2 dakika okundu
"ESKİ" VE "YENİ": ANTİKÇAĞ'DA DEMOKRASİYE GİDEN YOLLAR

İnsan yaşamında ve bu yaşamın gelişme ve ilerlemesinde birbirine karşıt iki güç çok önemli bir rol oynar: Bunlardan biri “gelenek” dediğimiz “eski”nin gücüdür.


Bu, insanda “mevcut olan”ı korumaya çalışan ve hatırlayamadığımız bir zamandan beri varlığı “muhakkak” olan, istikrar kazanmış, artık “statik” hale gelmiş bir güçtür. Öteki ise, insandaki “yeni hamle gücü”dür. Bu, insanı “eski”nin olumsuz etkisinden kurtarmaya çalışan, yaşamın koşullarını islah etmeye uğraşan; insanı “eski”nin değil, “yeni”nin iradesiyle aklın gösterdiği yollarda ileriye götürmek isteyen “dinamik” bir eğilimdir. İnsan yaşamına egemen olmak isteyen bu iki güç kendi aralarında sürekli bir mücadele halinde bulunmakla ve bu mücadele insan yaşadığı sürece devam edecek olmakla birlikte; Tarih bize göstermiştir ki, sonunda kazanan hep insanın “yeni hamle gücü” olmuştur.

Antikçağ’da Eski Doğu dediğimiz, Sumerler’le başlayıp Pers Devri’nin sonuna kadar süren dünya; “eski”nin statik prensibine bütün tarihi boyunca sımsıkı bağlandığı için, binlerce yıl hep aynı kalıplar içinde kalmıştır. Eski Batı dünyası ve onun temsilcileri olan Hellenler ve Romalılar ise sürekli toplumsal ve zihinsel yeni hamleleri ve bunlarla “eski” arasında bir denge kurmalarıyla sürekli olarak toplumsal açıdan ilerlemiş ve nihayet bugünkü Avrupa Kültür ve Uygarlığı’nın her alandaki prototiplerini yaratmışlardır. Eski Doğu bu “eski”ye bağlılığı ve tutuculuğu yüzünden o ileriye hamle gücünün dinamiğini hemen hemen hiç tadamadan göçüp gitmiş ve tarihe karışmıştır.

Eski Doğu’da bir tür organizasyondan başka bir şey olmayan “devlet”, bir atalet (eylemsizlik) durumunu ifade eder. Burada denge ve uyum içinde ileriye doğru bir hamle, bir gelişme değil; sürekli aynı yerde sayma ve sükûnet asıldır. Ucu Tanrıya kadar giden bir teşkilât ve yüksek bir “nizam” çerçevesi içinde, bir taraftan “Tanrının vekili” durumundaki hükümdar ve memurları, öte yandan da “Tanrının bizzat kendi adamları” olan rahipler bu toplum ve devletteki atalet durumunu korumaya çalışmışlardır. Bundan dolayı devlet burada “tek adamın yönetiminde” (monarşik) kalmış; insanları yöneten yasalar da onların el süremediği “ilahi emirler” olmuştur. İnsanlar, “tek bir hükmeden”e itaatten başka bir şey bilmeyen, yalnız onun için çalışan, insan olarak siyasi hiçbir hakkı olmayan topluluklar halinde yaşamışlardır. Bu nedenledir ki, burada “demokrasi” hiçbir zaman görülmemiştir.

Eski Batı ve Hellen dünyası ise, Eski Doğu’yla ne büyük bir tezat içindedir! Gerçekten de, başlangıç evrelerinden itibaren sürekli yeni hamleler gösteren ve fakat “eski” ile bu yeni hamleler arasında sürekli bir denge kurmayı başaran Antikçağ Hellen dünyası, tarihinin hiçbir devrinde olduğu gibi kalmadı. Yaşamın her alanında bir denge ve uyuşum mükemmelliğine belki de ulaşamadı; ama, bazı alanlarda, özellikle “devlet” alanında, bugün bile bir ideal olmakta devam eden “demokrasi”ye erişti. Çünkü bunların devleti, insanları Tanrıya bağlayan bir görüşün eseri, bir atalet durumu değil; insanları fikre bağlayan bir zihniyetin eseri, “dinamik” ve “rasyonel” bir devletti.

Antik Hellen devleti; “rasyonel” olduğu için de, burada devlet içindeki hayatı kontrol eden bir “ruhban sınıfı” tanımamıştır. İnsanların bizzat yaptıkları hukuk normlarının egemen olduğu bu devlet Eski Doğu’nun devleti gibi “sadece bir organizasyon” değil, “canlı bir organizma” idi. Çünkü bu devlet “pasif” bir insanlar topluluğu değil, devletle adeta yekvücut bir kitle olmuş bir “vatandaşlar camiası” idi. Burada devletin başındaki adam, hukuk bakımından birbirleriyle “eşit” olan bu vatandaşların “en iyisi”nden başka bir şey değildi. Burada vatandaşların insan olarak tüm siyasal haklarını kullanabildikleri “demokratik-anayasal” bir düzen vardı.

Demek istiyorum ki; Eski Batı Hellen dünyasının “demokrasi”ye erişmesi, o’nun sahip olduğu etkin bir “yaratıcı hamle enerjisi” sayesinde olmuştur. Zaten, genel olarak, kültür ve uygarlık ilerlemeleri temelde gerek “ahlâk”, gerekse “zihniyet ve düşünce” bakımından böyle bir enerjinin hamleleriyle mümkündür. Bu enerjinin ortaya çıkması için ise başlıca koşul, insan zeka ve iradesinin “özgür” olması ve sonuçta toplumsal konularda bilinçli bireyler yaratılabilmesidir. Denilebilir ki, “demokrasi”nin de gerçek değeri bu bilinçli bireylerin kişiliklerinde belirmektedir. Bu durum, Eski Doğu’da “bireysellik”in neden ortaya çıkamadığını da açıklar.

Hiç şüphesizdir ki, tarihte (ve elbette günümüzde) bireylerin toplumlardaki etkileri birtakım genel faktörlere bağlıdır. Yani, tek bir bireyin devletin ve toplumun tüm yaşamını hemen değiştireceğini düşünmek yanlış olur. Fakat tek bir bireyin kitlelerin düşünce ve yaşamı üzerinde nesiller boyunca ne kadar etkili olabileceğini ve bunları ne kadar değiştirebileceğini de tarih bize gayet açık göstermektedir.

Çünkü tüm tarihsel olaylar nihayet insan iradesinin tecellisinde şekil kazanırlar. Yani tarihsel gelişimin seyrini bu iradeyi kullanan kişi belirler. Elbette, bu iradeye yön veren, o’nun işlemesini ve başarıyla etki yapmasını mümkün kılan başka birtakım durumlar da mevcuttur.

Demokraside tek bir bireyin kitlelerin düşünce ve yaşamı üzerinde etkili olabilmesi ise; öncelikle, bu bireyin toplumdaki genel istek ve ihtiyaçları sezip onlara şahsi bir ifade vermedeki yeteneğine bağlı olmuştur. Böyle kimseler, Eski Atina örneğinde görüldüğü gibi, büyük çapta yaratıcı güce sahip adamlardı. Bunlar demokrasiyi yaratır ve geliştirirken demokratik yaşamın da ilk “politikacıları”, ilk “aksiyon adamları” oldular. Bunlar; kanun yapıcılar, reformcular, uzlaştırıcılar ve daha birçok adlarla Hellen demokrasisini tüm insanlığa hediye ettiler, böylece isimlerini tarihe yazdırarak “insanlığın ortak malı” olmaya hak kazandılar.

Fakat şurası da unutulmamalıdır ki; bu Hellen demokrasisi, toplumdaki genel talep ve ihtiyaçları – özellikle halkın ön yargılarını ve korkularını sezip bunlardan yararlanarak ve kelime oyunlarıyla gerçekleri karartarak – kendi kişisel menfaatleri için kullanan; aslında demokrasiye değil, oligarşiye hizmet eden ve halkı doğrudan doğruya bu istikamette yönlendiren “demagoglar”la da doludur. Tarih, demokrasiye hizmet edenleri olduğu kadar, bunları da kaydetmiştir. Ama, tarihe yön veren, insanlığın ortak malı sayılan kişiler olarak değil; “insan denilen varlığın bencilliğinin ve çıkarcılığının örnekleri” olarak.


[DEVAM EDECEK...]


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR